21 Ekim 2010 Perşembe

Colonia Del Sacramento


Aslında şu sıralar çok moda olan veya söz edilen diyelim slow cıtta akımının çok tipik bir örneği bu Uruguay’ın küçük koloniyel liman şehri.

Buenos Aires’ten yaklaşık 2,5 saatlik bir feribot (Buqebus)  yolculuğu sonrası limana vardığımızda pasaport kontrol ve geçişimiz yaklaşık 5-10 dakika arası bir zaman almıştı. Rio Plata’nın karşı kıyılarına vardığımızda zamanın sanki durduğu ,girişte koca bir Hoşgeldiniz konseptli  HSBC tabelasının gelenleri karşıladığı ‘’Huzur arıyorsanız ben buradayım’’ dercesine geleneleri kucaklayan küçük ama şirin bir platoya gelmiştik sanki.


Biraz Büyükada tadında evlerin sıra sıra olduğu yoldan koloniyel bölgeye doğru ilerlerken sokakları saran çiçek kokuları adımlarımı yavaşlatıyor , sanki o evlerden birinin bahçesine girip biraz soluklanmak hissiyatı uyandırıyordu.


Yaklaşık bir on dakikalık yürüyüş sonrası sora sora istediğim bölgeye ulaşmıştım artık ama o an aklımda sadece güzel bir öğle yemeği yemek ve sonrasında etrafa keşfe çıkmaktı. Tabi Uruguay’da da yemek diyince aynı Arjantin’de olduğu gibi etsiz bir menü düşünülemezdi.

Yüzyıllar öncesinin izlerini taşıyan sessizliğin tek hakim olduğu bu meydanda gelen geçeni de seyredebileceğim yeşil beyaz masa örtüleriyle donatılmış , grissini ve taze ekmeklerin doldurduğu hasır ekmekliklerin masalara sarımsaklı tereyağ ile birlikte getirildiği sevimli bir lokantanın caddeye yakın masalarından birine attım kendimi. Açlığımın derecesi alarm seviyesinde olduğundan ekmeğin üzerine o muhteşem sarımsak kokusuyla bütünleşmiş tereyağından sürüp yerken bir yandan da sipariş için bekleyen garson kıza hiç tereddüt etmeden beef lomo sin grass ( yağsız sırt biftek) siparişimi vermiştim bile. Aklınızda olsun
Arjantin veya Uruguay’da et siparişi verirken diğer seçenekleri boşverin doğrudan benim gibi yapın bana teşekkür edeceksiniz o muhteşem lezzeti hissettiğinizde.


Yemek sonrası etrafı dolaşmaya çıktığımda ilk gözüme çarpan arnavut kaldırımlarının biraz hallicesinden olan taşlarla döşenmiş sokaklardaki estetik sokak lambaları ve ona eşlik eden sokak isimlerinin ter aldığı seramiklerdi. Tabi etraftan gelen kokular tokken bile açlık hissi yaratıyordu.Tek kat üzerine inşa edilmiş küçük avluları olan bu evlerin kapıları da birer sanat eseri gibiydi adeta.


Sokakların denize doğru kesiştiği noktada ise bölgenin her yerinden rahatlıkla görülebilecek ve denizcilere rehberlik eden upuzun bir fener ve yanıbaşında geçmişte korsan saldırılarından korunmak üzere kale duvarlarının içinde yer alan topların etrafında turistler hatıra fotografı çektirmekle meşguldü.


Dönüş saati yaklaştığında, zamanın adeta dururcasına aktığı bu şehirden limana doğru  elimde dulce del lecce’li (süt talılı dondurma patagonya bölgesinin muhteşem tadı) koca bir dondurma külahıyla yürürken yaşadığım şehirle aradaki ritm farkını düşünüyordum....  
   








Hiç yorum yok: