29 Kasım 2010 Pazartesi

Kurgunun Gerçeğinden Daha Hakikat Olduğu İlişkiler

Çok karışık gibi görünen bu başlık aslında etrafımızda gördüğümüz birçok ilişkinin mottosu olmaya ne kadar da yakışıyor..

Bu ilişkilerin içindeki biçilen rollere soyunan kadını ,erkeği nasıl da kandırıyor kendini ve diğerlerini oscara aday performanslarıyla , kendileri olmadıklarını bildikleri halde sadece çemberin dışında kalmamak için nasıl da tüm fiillerin mış gibi ve muş gibi hallerini  sergiliyorlar..Yalnızlığın ,özgürlüğün keyfini çıkarmak nasıl da bir korku filmi efekti yaratıyor kafalarında hep..

Genelde yemeğe gittiğimiz yerlerde rastlarız onlara ,düşünce balonlarında birini bulsamda kurtulsam şu karşımdakinden senaryosu içinde ya sessizliklerini  ya da tükenmiş dialoglarını  tabaklarında kalan lokmaları çatalla oyanayarak veya sağa sola bakarak bertaraf etmeye çalışırlar, ama cesaret edemezler hiç bir zaman yeter be diyerek mekandan hızla uzaklaşmaya veya ben bu değilim itirafını yapmaya..

Genelde saatin alarmını kurar gibi yaşarlar ilişkilerini bu gruptakiler, formatlanmış ilişki çerçevesinde bir sonraki adım bellidir hep onlar için, hep cici çocuk hep cici kızı oynarlar, hep bi sorumluluk vardır o ilişkinin içinde ,çevreye karşı ,aileye karşı ,topluma karşı , mutsuzluk manifestosu başucu kitabıdır adeta..Bağıra bağıra küfür etmenin, edepsiz dialogların hayatlarında hiç yeri yoktur , İlişkilerin beyaz yaka çocuklarıdır onlar...

Keşkelerin en güzel halleriyle kullanıldığı ilişkiler öylemidir halbuki, keşke ama keşke şu an yanımda olsa diyerek yanınızda olması için yaptığınız sahici eylemlerinizdir yaşadığınızı gerçek kılan..Mesafeler tanımadan bir alo sesi için tüm şartları zorladığınız anlardır hissettiklerinizi anlamlı kılan..

Dumanı hep tüten heyecanlar ilişkinin aort damarlarıdır , ayrıldıktan sonra bile gözünüzün önüne gelen ve içinizi üşüten bir gülümsemedir hayatınızda keyif katan, hep ararız o heyecanları ,geçmişe zaman zaman saplantılı bir şekilde bağlanıp kalmanın emarelerdir aslında bunlar..Bazen yeni yüzler geldiğinde karşınıza aslında eskiyi daha çok aradığınız olmaz mı sizinde? Ya da sadece aklınıza gelen o ışıltılı parıldayan gözler , içten olduğunu dibine kadar bildiğiniz sevgi dolu bakışlar için bir amok koşucusu şuursuzluğu ile davranmaz mısınız? 

Ya özgür kalmak, ya da gerçek olmak, denklem bu kadar basit aslında..

28 Kasım 2010 Pazar

Sukutun Altın Olduğu Zamanlar...

Bazen aşklar sessizlikle devam eder , her iki tarafta aşkını devam ettirmek için  içine atar her şeyi..
Öyle bir süreçten geçiyoruz sevgimiz sonsuza dek olduğu için, kızsakta sinirlensekte başka GALATASARAY yok bunu biliyoruz , bu da gelir geçer diyoruz, daha önce 14 sene şampiyon olamadan geçtiği gibi, sözcükler sözlük anlamını yitiriyor böyle zamanlarda , öyleyse sukuttur bize yakışan şu anda ....iyi günde kötü günde hep seninle...bu değil mi zaten gerçek aşkın anlamı?

19 Kasım 2010 Cuma

Küçük Sandallar Sergisi








Ildırı

Alaçatı'dan direksiyonu Paşalimanı'na doğru kırdıktan 15 km sonra kucaklıyor sizi Ildırı'nın güneş ışıklarının gölge oyunları yaptığı denizinin üzerindeki domino taşları gibi sağa sola dağılmış rengarenk sandalları..

Sanki herkes balıkçılıkla uğraşıyormuş gibi bir hava var her yerde, nereye baksanız ya balık lokantası , ya  kafasında eksik etmediği beresi ve ağzında sigarasıyla ağ atan balıkçılar,ya da su ürünleri kooperatifi.. Ama meydandaki kahvede yanyana dizilmiş sandalyelerde caddeye sabit  bakarak çayını içenleri görünce de slow citta kategorsinde Seferihisar'a rakip geliyo galiba diye düşünmeden edemiyor insan..

Ama ben balık istemiyorum derseniz buyrun Turkuvaz cafe'ye, meydana inmeden sol tarafta tepenin başında muhteşem manzarasıyla buyur ediyor insanı içeriye.Hiç menüyle filan uğraşmayın doğrudan patatesli  kaşarlı gözlemenizi sipariş edip çayınızı da yudumlamaya başladınızmı eski yunan 'da veya batı roma imparatorluğundaki hedonist anlardan birinde hissedebilirsiniz kendinizi..

Gelince bu taraflara kırın siz de direksiyonu pişman olmazsınız...

18 Kasım 2010 Perşembe

Kalbim Sonsuza Kadar Senin Olsun

Seven Pounds

Uzun zamandır birine aşık olmamışsınız birine kalbinizi vermek istiyorsunuz, onun da aynı zamanda kalbini size vermesini istiyorsunuz...Veriyor da ama mecazi anlamda değil gerçek anlamda..Ne kadar yaşayacağınız belli değil belki bir hafta belki bir ay ama aşık oldunuz kalan süreye aldırmadan hayatınızın ne kadar değiştiğini görüyorsunuz, her saniyenin önceki yaşamınızın her yılına bedel olduğunu hissediyorsunuz,hatta  hayatınızı değiştiren insanın da hayatı değişsin diye kendinize bile itiraf etmekten korktuğunuz bir gerçeklik içindesiniz ve değişiyor o insanın da hayatı hem de sonsuz dek....

Aşkın,iyiliğin,şefkatin doruk yaptığı , suçluluk duygusunun bir insanın hayatının rotasını nasıl yörüngesinden çıkarttığına göz pınarlarınızdan süzülen yaşlarla tanıklık edebileceğiniz bir film Seven Puounds..

Sevginin sınırlarının ne olabileceğini , başka yaşamları mutlu sona ulaştırmanın kendi yaşamınızdan  ne kadar daha  değerli olabileceğini ve fedakarlık sınırlarının bazen mutluluk bazen de hüzünle nasıl aşılabileceğini  ve bu kadar da olmaz dediğiniz anda bu kadar da olurun gerçeğe dönüştüğünü göreceğiniz bir film Seven Pounds...

Ne tuhaf böyle filmler seyredince veya gazetede benzer bir habere rastlayınca bu duyguları hatırlıyor ve şaşırıyor insan, hep mi böyleydik yoksa değişen dünya mı bizi böyle yaptı? Daha acısı biz böyle olmaması için ne yaptık acaba?

At sineklerinin verdiği rahatsızlık gibi herkesin zaman zaman kendi hayatını sorgulayarak kendine rahatsızlık vermesi gerekiyor belki de...

Neyse filmi seyredin kendiniz karar verin......

14 Kasım 2010 Pazar

Şimdi Bize Kaybolan Yıllarımızı Verseler...

Kaybolan üç yıl önemli mi ,önemli tabi ki Türkiye'nin futboldaki  en büyük markası olacaksınız,dünya sizi tanıyacak ama üç senedir ne ligde ne Avrupa'da varsınız,her takım zaman zaman böyle düşüşe geçer , daha önce 14 sene şampiyon olmadan da hayat devam etti, Inter çok uzun seneler şampiyon olamadı ama son 4 senedir şampiyonluğa abone.Bunların hepsine okey demek her ne kadar içimizi acıtsa da yine de kabul ama bir tek şeyi kabul etmek mümkün değil. GALATASARAY 'ın büyüklüğünü ,ismini taşıyamayacak o insanların bu formaya ,bu kulübe hizmet etmesi.

Taraftar gerçekten üç senedir ciddi sabır gösteriyor hep daha iyi olacak diye artık bugün patladı ASY'de, aslında bu maçın analizi için farklı bir yazı yazmıştım ama ikinci golle birlikte yırtıp attım. Kabul edemiyorum bugünkü  gibi sahadaki o mücadeleyi, kabul edemiyorum o Avrupayı titreten  takımın bugün adı sanı duyulmayan köy takımlarına elenmesini ... Gitsin bu takımdan Misimoviç,Elano gibi ruhsuzlar, Insua, Ali Turan, gibi beceriksizler ..

Tek isteğimiz var o da 2000 ruhunun geri gelmesi....

8 Kasım 2010 Pazartesi

Alem Buysa Kral Sensin..

Yıl 1996 ya da 1997 filandı sanırım, Galatasaray'ın arka arkaya gelen şampiyonlukları ve Avrupa'da aldığı başarılı sonuçlarla birlikte Mahsun Kırmızıgül başlıktaki bu şarkıyla sürekli olarak Kral TV'de görünüyor hatta şarkısı maçlarda tezahürat olarak söyleniyordu. Diyarbakır'dan çıkan saf Doğu delikanlısı ,üzerinde çizgili takım elbisesi, fönlü saçları ve yanık bir sevda hasreti katılmış sesiyle bir anda meşhur olmuştu.

Yıl 2010 Mahsun'un en son filmi 5 Kasım itibarıyla vizyona girdi.Geçen 6 aylık dönemde gittiğim birçok filmde fragmanına rastladığım New York'ta 5 Minare sezonun merakla beklediğim filmlerinden biriydi.Cumartesi günü seyrettikten sonra bir kez daha takdir ettim Mahsun'u. aynen Beyaz Melek ve Güneşi Gördüm'de ettiğim gibi...

İlk filminde seyredenleri hıçkırıklara boğmuştu, Güneşi Gördüm 'de ise o muhteşem senaryo ve  heyecanı bir an düşmeyen sahneleriye nefes kesti, son filminde de her ne kadar eleştirilse bile doğru mesajları yüksek prodüksiyon kalitesi ve zaman zaman izleyiciyi içine alan belgesel tadındaki görüntüleriyle ustalığını perçinledi.

Ne yazık ki filmden çıkarken hala bazı insanlar hala herif kıro mıro ama güzel film yapıyo diyolardı , Allaahım bu nasıl bir övgü cimriliği ve önyargı bombardmanıdır.Neden Türk insanı bu kadar kalıplardan oluşan kapkalın camlarla bakar ve güzellikleri görmez de hep bi kusur arar? Ayrıca neye göre kıro? Adam zaten ne geldiği yeri inkar ediyor ne de kendini farklı göstermeye çalışıyor, aksine yıllar içinde kendine yatırım yapa yapa inanılmaz bir gelişim gösteriyor ve bugün yaptığı filmleri yurt dışına satılıyor festivaller de gösteriliyor.

Kişiliğine, yaşamına baktığımızda da ne kimseyle ters düşmüş, ne  başkalarının ekmeğiyle oynamış, ne de sansasyon peşinde koşmuş , sadece ve sadece işine odaklanmış tüm birikimlerini belki de riske sokarak bu filmlere yatırmış, ve o Kral TV görüntülerinden Maldivler'de dalışa giden birisine dönüşmüş , özel hayatında da doğru dürüst ilişkiler yaşamış...

Filmin senaryosu Güneşi Gördüm kadar kuvvetli olmasa da muhteşem çekimler özellikle zikir sahnesi bence çok etkileyiciydi. İnsan da o an filmin içinde olma isteği uyandıran İstanbul ve New York manzaraları ve bence filmi duygusal bir finale bağlayan sürpriz sayılabilecek son filmin diğer artılarıydı.Ama Haluk Bilginer'in muhteşem performansını atlamamak lazım sanki karşınızda günlük hayatta biri varmış ve siz de bişeyler söylemek istiyorsunuz gibi katıyor o tüm konuşmaların içine..

Devam Mahsun devam dördüncü filmin için de arayı fazla açmadan devam..Kim ne derse desin sen yoluna bak ''Alem buysa kral sensin''

7 Kasım 2010 Pazar

Kaf Dağı Müsade Ederse...

Bu akşamki maçın ardından şampiyonluktan bahsedebilmek çok daha fazla zorlaştı, kısacası Kaf Dağı'nın ardındaki umut için o dağ nasıl aşılacak ben de merak ediyorum.

Maç içindeki iki pozisyon aslında bu akşamın kaderini değiştirdiğini söyleyebiliriz. İlki Servet'in rahat ve kolay olanı yapmak varken  anlamsız bir özgüvenle yeteneklerine ters bir harekete kalkışması, ikincisi de inanılmaz yerlerden sürpriz vuruşlar çıkaran Pino'nun bir anlık zamanlama hatası sonucu ortaya çıkan ıskası. 

Galatasaray bu akşam kötü mü oynadı? Hayır, Peki iyi mi oynadı ? Ona da Hayır. Oyun aslında aynen Fener maçındaki gibi orta sahanın rakibe olan baskısı ve oyunu domine etmesi ile başladı ve bir süre de başarılı bir şekilde devam etti.Ama maalesef orta sahada rakipten kapılan topların hücüma doğru bir şekilde taşınamaması ve bunun sonucunda da kaleci antremanı şeklinde yapılan ortalar dışında hücümda tehlikeli olabilecek aksiyonlar geliştirilememesi zaten golün sadece duran toplar veya bir karambolden ancak gelebileceği mesajını verdi.

Misimoviç yine ruh gibiydi maça hiç bir katkısı yoktu, Elano  ise idare eden bir şekilde maç bitse de gitsek havasındaydı, orta sahada da Ayhan dışında Cana ve Sarp'ın ancak kesicilik ve oyun bozma yönlerinin ön plana çıkması ve hücuma sadece Ayhan'ın katkıda bulunmaya çalışması kısır oyunun sebeplerinden bazılarıydı .

Sonuç olarak bu sene Hagi'nin sistemini oturtma senesi olarak geçecek gibi görünüyor ama yapılan transferlerdeki hatalar devam ederse gelecek sene de kayıp hanesine yazılabilir, umarım gereken dersler çıkarılmıştır

3 Kasım 2010 Çarşamba

Sonbahar'da Alaçatı ve Ala Otel

Yaz boyunca arnavut kaldırımı sokakları topuk seslerine alışkın olan Alaçatı sokakları Ekim sonunda sessizliğinin keyfini sürüyor... İnsanın içini ısıtan ve aynı zamanda tembelliğe motive eden güneş ışıkları kahvaltımızı yaparken, adeta hiç gitmeyin hep burada kalın diye baştan çıkartıyordu...


Bu provake edici fikirle sanki hipnotize olmuş gibi masadaki kahvaltılıkları bir yandan süzüyor hatta reytingliyorum, sıcak simit, ezine peyniri ve tavşan kanı çaydan oluşan trio başlı başına seratonin pompalarken uzaktan bastonunun desteği ile yürümeye çalışan ve ismini sonradan öğrendiğimiz Saniye Teyze'nin söylene söylene bize yaklaştığını gördüm. Her ne kadar kendi 60 yaşında olduğunu iddia etse de 80 den aşağı olmadığı her halinden belli olan Saniye Teyze, hayatının kısa bir özetini yapıp yanlızlığından yakındıktan sonra, elindeki ekmek torbası ile söylene söylene yoluna devam etti.


Bu tip tatillerin en güzel taraflarından biri yaptığınız her planın yine tembellik üzerine oluyor olması aslında... O muhteşem kahvaltı sonrası hadi şimdi de gidip İmren'de sakızlı kahve ile devam edelim gibi mesela...


Sonbahar'da Alaçatı'nın geceleri de tabi yazın curcunası ile karşılaştırıldığında sanki yaşamın medcezir yansıması gibi, o kalabalıkları okyanusun suları gibi düşünürsek çekilme sonrası ortada kalanlar tüm detayları ile gözünüze çarpıyor... Tek tük açık restoranlar, sokak kahvesinde maç seyreden yerel halk (ki Galatasaray-Antalyaspor maçını biz de orada seyrettik), her beldenin tapusuz sahipleri olan sokak kedi ve köpekleri ve az da olsa bu kısa tatili fırsat bilip gelenlerin yoğunlaştığı 15 Eylül ve Nars'ın şarap peynir kombinasyonlu masaları...


Daha önce keşfetmediğim Alaçatı'nın renkli pazarı ise bu tatilin bonusu oldu aslında. Tezgahların o albenili görüntüleri ve o tezgahların adeta tiyatro sahnesinde kendilerine verilen rolleri oynuyormuşcasına rahat ve sıcakkanlı sahipleri gezmek için girdiğimiz pazar meydanını alışveriş festivaline çeviriyor bir anda.


Alaçatı'nın sonbaharında geçen ve iz bırakan bu iki günün başrolünde ise Alaçatı'nın en yeni, en cool ve davetkar oteli Ala Otel vardı. 2010 yazının Haziran sonuna doğru açılan otel, kalanlara butik otelde konaklamanın keyfini sonuna kadar yaşatıyor. Mimarisine yansıyan tasarım zevki, otelin çeşitli yerlerinde karşınıza çıkan ve belirli bir gustoyu barındıran egzotik objeler (bu objelerin Uzakdoğu'nun neredeyse tamamının taranarak getirildiğini belirtmeden geçemeyeceğim) ve tüm personelin güler yüzlü hizmetten taviz vermeyen görüntüsü, içinizi ''iyi ki burdayım!'' hissiyle dolu bir huzura bırakıyor.


Dönüş saati yaklaştıkça öğlen güneşi sıcaklığını artırıyor, inatla biraz daha kalmamız için meydan okuyordu...








                                     
                                          

















1 Kasım 2010 Pazartesi

Biraz Daha Sabır..

Fener maçındaki mücadeleci futbol sonrası  aslında bu haftasonu Antalya karşısında takımın ne yapacağını, nasıl bir futbol sergileyeceğini hepimiz merakla bekliyorduk.

Öncelikle birşeyin altını dikkatlice çizmek lazım. Arda,Baros,Kewell,Elano ve Ayhan..Galatasaray'ın ideal 11 inde en az dördünün olduğunu düşünürsek (hatta ufak bir taktik değişiklikle beşi bile olabilir) takımın ciddi anlamda aslarından yoksun bir şekilde sahada mücadele ettiğini görmemiz lazım. Dolayısıyla yapılacak eleştirilerde bu tolerans payını atlamamak lazım. Gerek geçen haftaki oynanan oyunu düşündüğümüzde gerekse de pazar günü ASY'de ki oyun kurgusunu analiz ettiğimizde Hagi'nin yeni Galatasaray'ının Inter yolunda olduğunu hissediyorum.

Aynı savunma düzeni, orta sahadaki Cambiasso ve Stankoviç'li baskılı ,sert ve forvete destek veren oyun dizilişini uygulamaya çalışan  Ayhan,Sarp ve Cana'lı rakibe top yaptırmayan baskı ve özellikle Maicon'lu kanat bindirmelerini  anımsatan Sabri'li hücum varyasyonlarını  içinde barındıran bir taktik anlayış yeni Galatasaray'ın yüzü olacaktır diye düşünüyorum. 

Tabi ki yine yenen gol sonrası oluşan kısa süreli panik ve kalemizde gelişen tehlikeli akınlar yüreğimizi ağzımıza getirdi ,ama defansın eskiye göre ne yaptığını bilen ve diri görüntüsü, savrukluktan uzak oyuna katkıda bulunma isteği (özellikle burada Servet'e ayrı bir parantez açmak lazım) ilerisi için daha da ümit veriyor.

Kasım sonundan itibaren de ideal onbire kavuşacağımızı düşününce ümitlerimiz artıyor, tabi bu arada umarım başka ciddi bir sakatlık yaşamayız. Aralık başında Ufuk,Sabri,Servet,Neill,H.Balta, Ayhan, Cana ,Arda,Baroş,Elano ve Pino onbiri ile sahada olacağımızı tahmin ediyorum, özellikle bu onbir de Arda'nın forvet arkası ve orta sahadaki Ayhan ,Cana ikilisinin önünde serbest oynayacağını düşünürsek bu sezon yaşadığımız gol kısırlığının da biteceğini düşünüyorum. Tabi en önemlisi Arda'nın bedenen oldukça sağlam dönmesi ve zihnen moralinin de yüksek olması . Kanatlarda zaman zaman Elano ve Pino'nun yerine Kewell düşünülecektir maçın taktiğine göre , ama özellikle Elano'nun genelde ikinci yarının ortalarına doğru yorulduğunu düşünürsek sık sık bu ikilinin yer değiştireceğini göreceğiz büyük ihtimalle. Pino eğer bu yakaladığı formu ve istikrarı sürdürürse kimsenin beklemediği şekilde takımın itici gücü olur bu sene.

Son olarak taraftarın da kendini bulması ve Hagi ile arasındaki sevgi bağının da etkisiyle Seyrantepe'de ikinci yarı bambaşka bir Galatasaray seyredeceğiz gibi görünüyor. Tabi öncesinde önümüzdeki zorlu Trabzon deplasmanı ve Kayseri maçlarını kayıpsız geçmemiz hem yukarılara tırmanmak hem de moral motivasyonunun üst seviyeye ulaşması açısından şart görünüyor..

Bu Nasıl Erkeklik?

Üç Ayrı Utandıran Örnek

Masanın üzerindeki saatini ve telefonunu aldı diye dava açmış Buket Saygı'nın sevgilisi.. Olayın olduğu gün şiddetli tartışma yaşayan ve tartışmanın sonrasında da bu suçlama ve mahkeme celbi ile karşılaştığında içi nasıl acır acaba bir kadının?

Aslında yukarıdaki iki cümlelik paragrafı bile okuyunca olayın nasıl geliştiği konusunda tahmin yürütebilir insan. Bir şeyler paylaştığı ,evini açtığı birisine karşı nasıl böyle bir suçlama yapabilir ve mahkeme de nasıl  bakabilir bir erkek o gururu kırık kadının yüzüne..

Hiç mi bir kadının kızgınlık dakikalarına rastlamamış bugüne kadar, hiç mi bir kadının çaresizlik içindeyken tamamen yaşadığı  zihnini,ruhunu donduran yoğun duyguların etkisiyle öfkesini bastıramamasına tanıklık etmemiş, bu kadar mı kolay savunmasız bir kadının tartışma veya kavga sonucu sadece o anki zarar verme isteğiyle şuursuzca yaptığı harekete karşılık gururuyla oynamak?..

Bırak geçsin öfkesi ,bırak durulsun o deli dolu dakikalar , zaten döktükçe gözyaşlarını derinden derinden elinde o saat ve telefon varken çıkarsın hırsını onları sıktıkça sıkarak ,onlarla bir davası yoktur sen le dir onun derdi,çözemezse de getirir geriye ,getirmezse de unut gitsin ,daha mı değerli onun yaşadığı her yerini kemiren ona bunu yaptıran travmadan...

Haklıyı haksızı konuşmuyoruz aslında bu olayda ,sonuna kadar haklıda olabilir haksız da tartıştkları kavga ettikleri konu neyse, Utandıran  sadece bir kadının gururunun gözyaşları dinmeden karşılaştığı hırsızlık suçlamayla yıkılan gururudur...

Bir başka örnek te aslında aylar önce basına düşen ama geçtiğimiz günlerde davanın sonuçlanmasıyla tekrar gündeme gelen sperm hırsızlığı konusu. Dava sonuçlanmış DNA sonuçları %99 çocuğun babası o erkekçik'in olduğunu kanıtlıyor ama hala ve hala kadını sperm hırsızlığı ile suçluyor utanmadan..ister dramatik diyin ister sözün bittiği yer diye tanımlayın..Bunu yapan kişi ayrıca bir Doktor !!

O bahsettiği hırsızlık gerçekleşene kadar gönderilen çiçeklerin, alınan hediyelerin ,yapılan kurların belki haddi hesabı yoktur, ne taklalar atılır ,ne şaklabanlıklar yapılır suça itmek için karşısındakini!! Çok merak ediyorum avukatı nasıl bir savunma hazırlayacak ,mahkemede nasıl savunacak mağdur! müvekkilini? Hangi şifreyi buldu da kasayı açtı ve bu soygun gerçekleşti? Vardır elbet bir izahı kafasında...

Koyun o kadının yerine kendinizi, hayatla ilgili yaptığınız planları ve zorlayın bakalım bilinen bütün hukuksal yolları , ne diyecek ''Hakim bey ben çalmadım masumum'' ,  bu utandıran cümlemidir beklediği mağdur zavallı Doktorun!!!?...

Son örneğimiz de en günceli , Gaziosmanpaşa'da bir hastahane de geçiyor, Psikoloji ünitesinin başındaki işe henüz bir iki  ay önce başlayan  doktor hanım ekibiyle birimdeki işleyiş ve yapılacak işlerle ilgili toplantı yaparken odanın kapısı açılıyor aniden içeri biri giriyor. Doğal olarak ta birim başkanı ''toplantıdayız kime bakmıştınız'' diye soruyor, Sonrası peki?? İnsanın dili varmıyor bir erkek olarak sonrasından bahsetmeye , daha doğrusu utanıyorum yazarken , gazete de yara bere içinde ağzı burnu kırılmış halde gördüğümde de yaşadım aynı utancı doktor hanımdan erkeklik adına...

Hastahanenin patronu olan kişi sırf kendisini tanımadı diye, sen benim kim olduğumu nasıl bilmezsin diye yapıyor bu vahşeti, zavallı savunmasız sadece işini doğru yapmaya çalışan birisini şişkin egosuna mahçup olmamak için tanınmaz hale getiriyor attığı yumruk ve tekmelerle , hem de herkesin içinde utanmadan..Hangi eksikliğini kapamaya çalışmakta acaba bunu yaparken, yaşadığı onlarca mahcubiyetin intikamı mıydı o darbeler tüm kadınlardan??

Üçünüz de utanç vericisiniz başka da söze gerek yok.....