23 Ağustos 2011 Salı

The Ages of Love

Adam yeni taşınacakları evin içinde diz çökerek hayatında en çok istediği iki şeyin biri karşısındaki kadının hayatının her anında yanında olması ikincisi de iyi bir avukat olmak olduğunu itiraf ediyor kendisini nasıl bir girdabın beklediğini bilmeden.

Karşısındaki kadın ise bu sahnenin yaşandığı andan birkaç gün sonrasında ise aşkını öyle bir itiraf ediyor ki etkilenmeyecek herhangi bir erkek olduğunu düşünmüyorum.
- Sen gittikten sonra ilk iki gün arkadaşımla plaja gittik, kardeşimin çocuğuyla oynadım, zaman nasıl geçti anlamadım, hatta bazı şeyleri sorgulama şansım oldu bu iki gün içinde, neden seni özlemediğimi düşündüm. (bu konuşma her sabah skyp ya da msn herneyse karşılıklı yaptıkları görüşmede gerçekleşiyor, ve kadın bu cümleleri bitirdiğinde erkeğin yüzü hafif asılıyor)

-Üçüncü gün ise seni çok özlediğimi farkettim
- Dördüncü gün sensiz kendimi çok çaresiz hissettim
-Beşinci gün yani bugün ise nefes alamıyorum dön artık diyor ( tabi hafif gözyaşlarıyla) , dön diyor da adamın dönme durumu olmadığı için atlayıp adamın bulunduğu yere gidiyor sürpriz yaparak.

Tabi o beş gün içerisinde adamın başına neler geldiğinden bahsetmiycem. Bir erkeğin iradesinin nasıl çöktüğünü daha doğrusu nasıl çökertildiğini filme gittiğinizde izlersiniz)).

Filmin ikinci yarısında ise Robert De Niro'ya 65 yaşında aşkın neler yaptırabileceğini izliyoruz, tabi bu aşkın diğer adı Monica Belluci olunca katsayı da ona göre artıyor.)

Gerçek bir romantik komedi izlemek isteyen herkese kesinlikle kaçırmayın derim.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Dolu Dolu 11 Sene....

2000 Yılının 10 Ağustos günü akşamüstü verdiler haberini, aslında vermeye çalıştılar diyelim, en zor zamanlardır birine ölüm haberini vermek, hatta kim verecek kim söyleyecek diye de konuşulur bu durumlarda , ben yaparım diyenin de dili damağına dolaşır karşısındakinin sessizliğini hissedince ,herhalde en zor zamandır empati kurmak için ...İşte böyle bir telefon konuşması sonrasında kelimeler boğazına dizilince insanın ilk idrak ettiği ve aklına gelen bir daha bu sözcüğü kullanamayacak olması oluyor..

Tam 4 gün sonra kavuşma hayalleri kurarken kavuşmama üzerine kurgulanıyor herşey bir anda...Zaman herşeyin ilacıdır dediler ,nasıl bir ilaçsa bu o sızı o ağrı derinlerde bir yerde hep devam ediyor.. Yokluğuna alışmak kolay olmadı ama varlığını en zor zamanlarda hissetmekte bir o kadar kolay..

Hayat kendi hızında ve kendi bildiği rotada ilerlerken aslında tüm erkeklerin içgörülerinde yer alan erkekler  beraber olduğu kadınlarda biraz annesinin özelliklerini arar savının doğru olduğunu görüyor insan, bunun en başta gelen nedeninin de Anne 'de olan o karşılıksız sevginin , fedakarlığın hep ama hep yanında olmanın , kolayca bırakıp gitmemenin olmasıdır belki de..Bilemiyorum  bunun aynısı kızlar ve babaları için geçerlidir belki de.

Her zamanki cennetteki tüm çiçekler bugün de senin olsun..


Tüm Annelere Sevgiyle....



3 Ağustos 2011 Çarşamba

İLİŞKİ BİTİNCE ANILAR KİME KALIR?

İlişkisi biten herkesin belki de ilişşkiyi bitirmekten daha çok zorlandığı bir konudur anıları da bitirmek. Gidenle birlikte anıları da kargoya vermek mümkün değil ki, paketleyip gönderebileceğin bir adresi bile yok..

Böyle bir açmazı vardır aslında ,garip bir şekilde olmadık yerde olmadık zamanda gelir gözünün önüne o kareler ,değer verdiğin ilişkinin ödettiği bedeldir aslında o anlar .

Giden mi kaybetmiştir yoksa kalan mı belli değildir platform bu olunca.Bazen anlamsız gülümsemelere yol açar bazen de oldukça anlamlı, bazen huzursuzluktan yerinde durdurmaz seni bir kelimeden veya görüntüden oluşan bir kare...

Giden belki de gitmek isteyerek kendini daha iyi hissettmiştir ama bu mudur ihtiyacı olan mutluluk? Ya kareler onun da peşini bırakmazsa?? 

9 Şubat 2011 Çarşamba

BIUTIFUL.....MU?

İnsanın içinin acımasına karşılık gelen sözlükte hangi kelimeler varsa sadece onlardan oluşabilir aslında bu yazının konusu...

Unutun Barcelona ile ilgili bildiklerinizi, bu filmde ne La Sagrada Familia kilisesi (sadece bi sahnede uzaktan görünüyor) ne Gaudi'nin muhteşem eserleri ile dolu parklar ,binalar, ne Nou Camp'ın büyüleyici atmosferi, ne Costa Brava'nın dolu plajları ne de liman ve çevresindeki birbrinden güzel tapas barları var... Hazır olun bu şehrin arka sokaklarına, metruk binalarına, varlığı ile yokluğu arasında fark olmayan kaçak işçilerine ve çeşit çeşit deniz ürünleri ile dolu paella tabakları yerine o an tabakta ne varsa onun yendiği sahnelere..

Javier Bardem'in oyunculukta zirve yaptığı,seyredenleri de baştan sona filmin içine aldığı ,zaman zaman kaskatı kesildiğiniz zaman zaman da gözlerinizin dolduğu bir film Biutiful..Neden olması gerektiği gibi değil de böyle yazılmış bu filmin ismi diyenler sorunun cevabını filmin içinde görecekler zaten ama nası yazılırsa yazılsın o kelimenin kifayesiz kaldığı olağanüstü bir film Biutiful..

Düşünün kısıtlı olanaklarınızla birilerine iyilik yapmak istiyorsunuz fakat yaptığnız iyilik facia ile sonuçlanıyor, biraz daha açalım isterseniz, gözünüzün önünde üşüyen ,hastalanan hiçbir güvencesi olmayan ve bir depoda yaşayan insanlar var, bu insanların durumunu görüp cebinizdeki paranın bir kısmıyla ya da yettiği kadarıyla diyelim üşümesinler diye gidip birkaç gaz sobası alıyorsunuz, ama paranızın yettiği bu kalitesiz sobalardan çıkan gaz bulundukları o kapalı havasız ortamda hepsinin ölümüne sebep oluyor...Ne hissedersiniz?? Ya da insan böyle bir durumda birşey hissedebilir mi?? Hissettiğiniz salt bir hissizlik olabilir mi?? Peki tüm bu olup bitenler arasında aynı zamanda sadece bir iki aylık ömrünüzün olduğunu biliyorsanız?...Sadece geride kalacak iki küçük çocuğunuz için ölüme direniyor ve hayatta kalmaya çalışıyor ama günden güne ölüme bir kez daha yaklaşıyorsanız?..

Kapitalizme ve yüzyıllardan beri çeşitli adlarla da olsa onun beyaz adam aracılığıyla uyguladığı tüm sömürü düzenlerine de bir kez daha isyan ediyorsunuz aslında..Filmde o zavallı Afrika'lıların ne şartlarda yaşadığını görüp,yaşadıkları günün dışında yarın kavramının koca bir soru işaretinden başka birşey ifade etmediğini görüyorsunuz..Gerçek hayatta farklı mı sanki? Barselona'da değil sadece Milano'da da,Paris 'te de sokaklarda yere serilmiş tezgahlarda sahte LV'lar,Gucci'ler, Prada'lar satarak günü kurtarmaya çalışmıyolar mı? Ki her polis baskınında tüm sermayelerini kaybedip sınırdışı edilme riskleriye beraber. Yüzyıllardır ellerinden sahip oldukları tüm zenginlikler, yeraltı ve yer üstü kaynakları türlü yollarla ellerinden alınmasa bu durumda olurlarmıydı? Ve o zavallı kaçak çalışan çinli işçileri yaşadığı dram..

Baykuşlar ölürken ağızlarından bir tüy çıkarmış biliyormuydunuz? Ben de bilmiyordum bu filmde öğrendim..

3 Şubat 2011 Perşembe

RENKLERİN SALSA'SI ...CARTAGENA /KOLOMBİYA







Düşüncesi bile ısıtır insanın içini ,Ocak ve Şubat'ın o keskin soğuk günlerinde kendini sıcak kumsallarda kristal kumun üzerinde düşünmek, Turkuvaz rengi denizin içinde yüzerken hayal etmek,  sürprizlerle dolu günlük akan yaşamın fotograf karelerine yansıyacak görüntülerin heyecanını hissetmek ve tabi ki yine o bilinmedik ve keşfedilecek lokal tatları henüz denemeden yutkunarak yaşamak.. İşte başlı başına bir motivasyon kaynağıdır benim için her Latin Amerika seyahatı öncesi zihnimde yaşanacakların provasını yapmak..

Genelde olduğu gibi yine bir ocak ayı sabahında (bazen de şubat) Iberia'nın 3763 sefer sayılı uçağı 17 ocak sabahı İstanbul -Madrid seferini yapmak üzere pistten tekerleklerini kestiğinde,.saatler sonrasının tropikal ikliminin öncüleri adeta tüm bedenimi ve ruhumu sarmaya başlamıştı.Madrid sonrası uzun bir Panama ucuşu ve akabinde kısa bir beklemeden sonra COPA Airlines'ın 45 dakikalık uçuşuyla Panama City'den Cartagena'ya varış..(Bu arada bu kadar COPA Airlines'ın bu kadar üst seviyede hizmet kalitesine sahip bir havayolu olduğunu bilmiyordum ,pırıl pırıl son model embraer tip uçaklar ve süper bir hizmet). Herneyse uçak Cartagena semalarında süzülmeye başladığında şehrin sadece ışıklardan oluşuyormuş gibi görünen görüntüsü davetkar bir hal almaya başlamıştı bile..Rafael Nunez Havaalanına iniş yapıp uçaktan terminal binasına geçerken sannki tropikal bir bahçede dolaşıyor gibiydim,Palmiyelerin ve rengarenk bitkilerin arasından geçtikten ve işlemler tamamlandıktan sonra şehirle olan ilk randevum için sabırsızlanmaya başlamıştım bile..

Tabi alana inip herkesi şort ve kısa kollularla gördükten sonra üzerimdeki eşofman ve sweatshirt'un bile fazla geldiğini yüzüme yapışan nem ve sıcakla birlikte anlamam fazla sürmedi. Ertesi sabahın bir an önce olması için ve enerji de depolamak amacıyla o gece erkenden yattım. Sabahla birlikte 10 günlük Cartagena maceram başlamıştı, tabi ilk hoş tesadüf kahvaltıda gerçekleşti ve otelin müdürü ile sohbet ederken tabi ki bir türk erkeğinin futbolsuz bir sohbeti de olamayacağı için bizim Pino'dan bahsetmeye başladım ve ne tesadüf ki Pino'nun babası ile otel müdürü arkadaş çıktı).

Artık şehri keşfetme zamanı gelmişti, keşiften önce kısa bir Cartagena özeti yapalım öncelikle, şehir 1533 'de Karaipler'deki Calamari bölgesinde bir İspanyol kolonisi olarak kurulmuş, Kolombiya'nın en kuzeyinde Karaiplere kıyısı olan ve yaklaşık bir milyonluk bir kent Cartagena. Çok uzun yıllar koloni kenti olmasının ve kıtanın iç bölgelerine geçiş imkanı veren bir liman kenti olmasının verdiği avantajla zenginleşmiş ve gelişmiş, fakat gerek Karaip korsanlarının  gerekse de İspanyol sömürgecilerin saldırılarına karşı şehrin zenginliğini korumak amacıyla yaklaşık 13-14 km yi uzunluğu bulan duvarlarla şehri çevirmişler (Las Murallas) .1821 de Simon Bolivar'ın uzun süren mücadelesi sonucu bağımsızlığını kazanan kent bugün UNESCO'nun koruma planında yer almakta .Neyse bu aydınlatıcı bilgi kimine sıkıcı gelebilir biz en iyisi başlıkta olduğu gibi neredyse doğadaki her rengin salsa yapmak için rekabet halinde olduğu bu koloniyel şehrin diğer güzelliklerinden ve ilginçliklerinden bahsedelim.

Önce şunu söylemekte yarar var Türk olmak ve bu toplum içinde bazı alışkanlıklarla büyümüş olmak bu tip ülkelerde inanılmaz avantajlar sağlıyabiliyor.En basit örneklerini trafikte, bir malı satın alırken veya almak istemediğinizde yaşıyorsunuz , Trafikte çok fazla dikkatli araba kullanan yok ,alandan otele giderken içinde bulunduğum taxı birkaç defa kaza tehlikesi atlatmasına rağmen şoförün hiç bişey olmamış gibi bi yandan cd den yayılan ki merengenin sesini açması bi yandan da cep telefonunda aradığı şeyi bulamamasına verdiği tepkiyi gülümsyerek seyrediyordum sadece, bir başka gün plaja giderken akan bi yolda yine benim bindiğim taxı yavaşladı hoop filan demeye kalmadan aynı şekilde içinde yolcu olan bir başka taxının şoförüyle sohbet ederek 20 km lik hızla bir süre devam etti tabi arkada biriken trafik ve çalan kornalara hiç aldırış etmeden. Bilmiyorum kaosa kaotik ortamlara karşı genlerimizde hem sevgi hem nefreti bir arada mı taşıyoruz ama ben seviyorum bu görüntüleri ve tabi İsviçre'nin ,Almanya'nın düzen manyağı ruhsuz trafiğine bin kere tercih ederim)).

Ve tabi ki insanlarrr, ben Kolombiyalıların bu kadar sıcak ve içten olduklarını bu kadar tahmin etmiyordum, şehirde hissedilen fakirliğe rağmen insanların genelinin neşeli ve güleryüzlü olması da keyif verici tabi,  inanın yardımcı olmak ve özellikle geçmişten bugüne üzerlerine yapışan kokain kaynağı ülke imajını silmek için inanılmaz çaba sarfediyorlar. Ayrıca alınan önlemler ve ciddi anlamda mücadele ile mafya yok denecek kadar azalmış ve kontrol altına alınmış, bulunduğum on gün içinde sadece bir kez biri yaklaşıp kokain istermisin diye sordu,onun dışında varlığını bile hissetmiyorsunuz. Bu arada şehrin oldukça da güvenli olduğundan bahsetmekten yarar var özellikle centro historico tarafı polis (resmi veya sivil) kaynıyor 24 saat problem yok.

İzmir'in kızları olur da Medellin'in olmaz mı??) İşte alın bir benzerlik daha ,ben bu kadar Avrupa'da dolaştım bir kez böyle bir örnek duymadım (siz duydunuz mu Bern'in kızları Lozan'a göre daha güzeldir veya Paris'in kızları Lyon'a göre daha güzeldir diye?) ama dedim ya bu toprakları keyifli yapan da bu örnekler işte..Bizde nasıl İzmir'in kızları en güzel kızlar olarak bilinir ve genelde güzel bir kız bi şekilde İzmir bağlantılı çıkarsa ,orada da bu Medellin için geçerli zaten kendileri de siz bişey demeden hemen bu konuyu açıyolar ,ikinci de Cali kenti, bugünlerde de bakın Hürriyet ve Sabah'ın arka sayfalarına Medellin ve Cali'deki Colombiatex moda haftası haberlerini göreceksiniz, kısaca geçmişin kokainbaz olarak görülen ve anılan bu iki şehir bugünün Latin güzellik tanrıçalarının kaynağı olarak görülüyor.

Vee bir benzerlik daha sokak satıcıları veya işportacılar diyelim , ama Kolombiya'da bu benzerliğin ötesinde abartı şeklinde diyebilirim, plajda güneşlenmeye başladığınız andan itibaren sanki arı kovanına sokulan çomak sonrası ( bu arada çomak nası bişey bilmiyorum ama ) ortaya çıkan arı sayısı kadar her saniye bir satıcının başınızda olduğunu, gözlükten saate, kolyeden şapkaya herşeyi satmaya çalıştığını ama istemediğinizi belli edince de ısrarcı olmadan ve rahatsız etmeden uzaklaşmaya başladığını görüyorsunuz.Bu örnekte de kuracağınız iletişimde Türk genleri işe yarıyor tabi)).

Cartegana'da günlük yaşamda günün her saati parklarda, sokaklarda ,meydanlarda sürekli gerek lokal gerekse de turistlerden oluşan insan topluluklarını gözlemlemek mümkün,lokal halkın ağırlığını afrika kökenli Kolombiyalıların torunları oluştuyor ama aynı zamanda mestizolar da oldukça fazla (melez) ,ama Kolombiya'nın diğer kentlerinden özellikle Medellin ve Cali'den gelen yerli turist kalabalıkları tabi dengeyi bir anda değiştiriyor.

Şehrin en önemli özelliği koloni döneminden kalan ve o şekilde restore edilen rengarenk evleri ve o muhteşem balkonları tabi ki, her renkte boyanmış evler , balkonlarından sarkan begonviller ve adını bilmediğim diğer çiçekleriyle kartpostal hissi veriyor sanki. Çok fazla müze vs gezmeyi seven biri değilim ama işkence ve denizcilik müzesi çok entersandı, filmlerde izlediğimiz karaip korsanlarının kullandığı savaş malzemelerini ve o dönemin keşif haritalarını yakından görmek  ne kadar heycan verici ve ilginç geldiyse , işkence müzesinde zamanında  afrikadan getirilen zavallı kölelerin uğradığı işkencelerin aletlerini gördüğümde ise o sömürgeci toplumlara bir kez daha kallavi bir küfür etmek olağan geldi. Ayrıca tabi o köleleri bir an önce hırıstiyanlaştırmak amacıyla o dönemden kalan çok sayıda kilise ve katedral de hala şehir de görkemli yapılarıyla dikkat çekiyor.

Yeme ,içme ,eğlence kısmı tabi herkesin belki de en çok merak ettiği konular..) Öncelikle deniz ürünlerini seviyorsanız mükemmel bir yer,özellikle karides sevenler için. Cartagena'da plajlarda seyyar mobil araçların içinde (bizdeki eski sokak dondurmacıları tarzı) cameron fructos olarak sattıkları bi şey var ki ben de hemen hemen hergün yedim çok lezzetli bir kokteyl , kokteyl derken taze karidesleri (söğüş olarak) bir orta boy veya büyük boy kağıt bardağın içine koyuyorlar üzerine çok ince doğranmış soğan ilave ediyorlar,sonrasında bol limon sıkıp en üstede ketçap ve mayanoz ilave ediyorlar,sonra da bunu yoğun bi şekilde kaşıkla karıştırıp satıyorlar, okuyunca tuhaf gelebilir ama muhteşem bi şey çıkıyor ortaya hatta yazarken bile yutkundum şu anda.)  .Yine çeşit çeşit balık var ama bir tanesi var ki ismini tam telaffuz edemedeğim rapodia sanırım file ve üzerinde muhteşem bir sos körili mörili ve tabi bilmediğim başka bi sürü şey , giden olursa kesinlikle tavsiye ederim (San Dieogo plaza Zebra Cafe). Bir başka keyif noktası da Plaza Fernandez de Madrid'deki Pizza en El Parque, hayatımda yediğim en lezzetli pizzalardan birini parkın hemen önündeki bu pizzacıda taburelerin üstünde yedim ,görüntü çok entersan sıra sıra dizilmiş on kadar yüksek tabure ve onun üzerine tepside gelen çıtır ince hamur pizzalar,bu arada tabureler de birbirine yakın olduğu için etrafınızdaki herkesle konuşmak kaynaşmak şansınız oluyor.

Gece hayatı ise inanılmaz renkli Cartegena'nın Las Amurellas içinde yani Centro Historico'da onlarca bar,disco ve lokal cafeler var., Tabi bunların en renklisi ve piyasası benim de sıkça gitmiş olduğum Tu Kandela bar (You Tube da görüntüleri var barın) Salsa,Merenge, Bachata ve diğer tüm Latin ve Karaip müziklerinin yanısıra ara ara güncel hit parçaları da çalan bir yer, gece oniki den sonra zaten iğne atsan yere düşmez hale geliyor ve DJ in bi anda Locca Locca'yı (Shakira) köklemesiyle hedonizm tavan yapıyor..Öte yandan Barbarilla, Babar ,Donde Fidel gibi yine cazip alternatifler de mevcut tabi ..

Bu şehri ziyaret etmek isteyenler için ilginç bir öneri de eğer süre yeterliyse ispanyolca ve salsa'nın kombine edildiği kurslar, ben ancak üç gün katılabildim sabahları 2 saat ispanyolca ve akşamları salsa dersleri ,çok keyifliydi her milletten insan var, ispanyolca dersini tabi çok soru sorabilmek için özel aldım.

Biraz da ilklerden bahsedelim , gittiğimin ikinci günü bir sokakta bir sandık üzerinde birkaç cep telefonu gördüm ve sandığın üzerinde de koca kartonda bir kelime ve rakam vardı, biraz merakla bakınca insanların kabloyla bağlı bu cep telefonlarıyla konuştuğunu ve konuşurken birbirini rahatsız etmemek için uzaklaştıklarını (tabi kablo müsade ettiği ölçüde)) gözlemledim, bu sistem şöyle işliyor eğer cep telefonundan birini arıyacaksanız ve cep telefonunuz yoksa veya benim gibi orada gezgin olarak bulunuyor ve kendi hattınızı kullanmadan birini aramak istiyorsanız aramanızı yapıp konuştuğunuz süre kadar ödemesini yapıyorsunuz,oldukça ekonomik bir yöntem hem de iletişim kurma ve cep telefonundan konuşma keyfini aynı anda veriyor)), bu tezgahın yanında yine küçük bir sandığın  üzerinde sanki kredi kartı pos makinesi benzeri bi aletin başında tezgah sahibi ile beraber bir başka mobil ticarethaneye rastladım onun da kısa bir araştırmadan sonra seyyar sayısal lotocu olduğunu öğrendim.). Bu arada Santa Domingo plaza daki Botero heykeli ve Gabriel Garcia Marquez'in evi de şehirdeki diğer kayda değer fotograf noktaları olarak göze çarpıyor.

Şimdi gelelim ilk paragrafta bahsetmiş olduğum kristal kumlar ve turkuvaz renkteki deniz görüntülerine. Cartagena 'da ki plajlarda deniz o kadar güzel değil kum da bir kaç yer hariç hafif çamurumsu , ama centro historico'nun 200 m ilerisinde sahilden kalkan lancha 'lar ( sürat motorları ) ve teknelerle karaip denizine doğru açıldığınızda o kartpostal görüntülere ulaşıyorsunuz. Lancha'lar la 1 saat normal teknelerle ise 2 saat mesafedeki Isla de Rosarios ve Baru Island bu görüntülere sahip adalar olarak göze çarpıyor. Isla de Rosarios 27 küçük adadan oluşuyor bazıları sadece bir kişiye ait ve üzerinde bir yazlık ev var, benim gittiğim Isla Pirata ise gerçekten çok keyif vericiydi, Baru Island'da ise Playa Blanca adında muhteşem bir plaj var fakat oldukça kalabalık oluyor.

Ve geldik yazımızın sonuna , her seyahette olduğu gibi yine valize attığımız bir Galatasaray formasını o ülkede en çok hakedene verme ve onu Galatasaraylı yapma geleneğini yine sürdürdüm ve Cartagena'lı Johnny bundan sonra hayatını sarı kırmızı renkelere aşık olarak geçirecek..

Koloniyel tarih, rengarenk bir yaşam, romun ve rumba ritmlerinin kollektif keyfi, karaiplerin sualtı zenginlikleri   ve hepsinden önemlisi bunların hepsi ekonomik bir paket içinde olsun diyorsanız buyrun Kolombiya'nın kuzeydeki incisi Cartagena'ya ...